Yalnız Gezegen

Denize karşı oturan iki kişi, geniş bir kıyı manzarası

Bir filmi bitirdiğimde aklımda ne olduğunu değil, bende ne kaldığını daha çok önemsiyorum.

Bana dokunan, iliklerime kadar hissettiğim filmler oluyor.

Bu sefer de öyle oldu.

Filmin ne anlattığını düşünmedim önce.

Hatta anlatıp anlatmadığıyla bile pek ilgilenmedim.

Ama bir şey yaptı bana.

Sessiz bir yerden yaptı.

Daha filmin başında şunu hissettim:

Bu film çok konuşma istemiyor.

Konuşmaktan özellikle kaçıyor gibi.

Az diyalog var ama eksiklik hissi yok.

Tam tersine, konuşulmayan şeyler daha çok yer kaplıyor.

Bir noktada şu cümle belirdi içimde:

Duygu her zaman konuşulanda değil.

Hatta çoğu zaman tam tersi.

Konuştuğumuzda bir şeyleri boşaltıyoruz, rahatlıyoruz, çözüyoruz belki.

Ama konuşamadığımızda…

O bizde kalıyor.

Bir hâl oluyor.

Bir ağırlık gibi değil, daha çok bir varlık gibi bize dönüşüyor.

Filmdeki ilişkiler de böyle ilerliyor.

Kimse uzun uzun açıklamıyor kendini.

Kimse “şunu hissettim, bunu düşündüm” demiyor.

Ama bedenler konuşuyor.

Refleksler konuşuyor.

O an verilen tepkiler, düşünmeden yapılan küçük hareketler, ilişkilerin yönünü değiştiriyor.

Orada beni en çok etkileyen şey şu oldu:

İnsanlar büyük kararlarla değil, reflekslerle açığa çıkıyor.

Ve o refleks bir kez görüldüğünde, geri dönüşü olmuyor.

Filmdeki adam kötü biri değil.

Kadın da “haklı” ya da “haksız” değil.

Kimse şeytanlaştırılmıyor.

Ama bir an var ki, her şey orada kristalleşiyor.

Ve ondan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olamıyor.

Bu bana kadın–erkek ilişkileriyle ilgili çok tanıdık bir yerden dokundu.

Günümüzde ilişkilerde de çoğu zaman olan bu değil mi?

Birlikteyiz, konuşuyoruz, paylaşıyoruz…

Ama bir anda, beklenmedik bir yerde, beden bir tepki veriyor.

Ve sonra zihnin toparlamaya çalıştığı şey, çoktan bedende olmuş oluyor.

Filmin adı da bu yüzden çok çarpıcı geldi bana.

Yalnız olan insanlar değil sadece.

Yalnız olan gezegen.

Geniş manzaralar var filmde.

Doğa çok büyük, çok kapsayıcı, çok sessiz.

Ama bu kapsayıcılığın içinde bile, ayrılık hissi çok net durabiliyor.

Bazen doğa birleştiriyor gibi değil;

sadece aradaki mesafeyi daha görünür kılıyor.

Filmde karşılaştıkları başka insanlar da var.

Birbirlerine dokunuyorlar, sarılıyorlar, öpüyorlar belki.

Ama kimse kimseye gerçekten kavuşamıyor.

Herkes kendi yolunda yürüyor.

Yan yana ama ayrı.

Filmi izlerken şunu fark ettim:

Ben böyle filmleri çok seviyorum.

Kolay anlaşılan ama basit olmayan,

az konuşan ama çok şey bırakan,

bağırmayan ama uzun süre içerde kalan filmleri.

Ve belki de en çok şunu seviyorum:

Beni bir yere ikna etmeye çalışmamalarını.

Bir mesaj vermemelerini.

Sadece bir hâli açık bırakmalarını.

Film bittikten sonra aklımda sahneler değil, cümleler de değil.

Bir duygu kaldı.

Tam adını koyamadığım bir şey.

Ama bildiğim bir şey var:

O duygu konuşulsaydı, bu kadar kalmazdı.

Belki de o yüzden, bir filmi anlatmak istesem,

konusunu değil,

finalini değil,

vermek istediği mesajı değil…

konuşulmayan anlarını anlatmak isterim.

Çünkü benim için duygu hep orada.

Bu giriş blog içinde yayınlandı ve olarak etiketlendi.