Yaşamın Bilgeliği Üzerine Bir Anı

Yaşamın bilgeliği üzerine yaklaşık 11 sene önceki bir anımı anlatmak istiyorum.  

Bundan yaklaşık 11 sene önce, kişisel gelişim kitapları okumaktan sıkılmış olduğum bir dönemde, o zamanlar arada sohbet ettiğim arkadaşım Aslı’ya bana bir roman tavsiye etmesini söylemiştim. O da bana Gregory David Roberts’ın “Shantaram” adlı romanını tavsiye etmişti. “Seversin de sen o kitabı.” demişti. 

Aklımın bir köşesine not etmiştim kitabın adını. Daha sonra günlerden bir gün, Taksim’de bir arkadaşımla buluşacaktım. Kitap ve müzik cdlerinin falan satıldığı bir dükkanın önünde beklerken telefonum çaldı ve arkadaşım geç geleceği haberini verdi. Bunun üzerine önünde beklediğim müzik market/kitap evi karışımı olan; çok da sevmediğim yere girdim. Dalgın dalgın, başım biraz öne eğik, müzik cdlerinin arasında biraz sıkılmış bir şekilde gözlerimi gezdirirken bir anda kendi kendine başımı havaya kaldırdım ve sol üst rafa çevirdim. Bu aslında hayatın her anında kendiliğinden yaptığımız hareketlerden biri. Dükkanın o tarafında onlarca rafın arasında yüzlerce belki de binlerce kitap duruyordu. Fakat binlerce kitabın durduğu rafların arasında başımın kendiliğinden döndüğü ilk kitap “Shantaram”dı. 

Kitabı gidip almadan önce, birkaç nefes durdum ve o an olanın farkındalığı geldi bir anda. Biliyordum ki o akşam üst bilincimde, yani o dakikalar-saatler içerisindeki yüzeydeki düşüncelerimin arasında kitabı aramak-sormak veya almak yoktu. Başım yukarıya kalkmadan önce benim bakış yönüm aşağı, biraz sağ taraflardaki cdlerin olduğu taraf ve aklımdan geçenler de biraz sıkıldığım falandı. Fakat başım kendiliğinden o sırada sol üst köşedeki rafta duran kitaba dönmesi şunu gösteriyordu ki; benim düşüncelerimin arasında çok arkada dönenlerin farkında olan, kitabın adını bilen ve bakış yönüm başka bir taraf olsa da, görüş açımın en bulanık alanındaki verilerle o arkada dönen düşünceleri birbirine eşleştiren ve beni buna göre yönlendiren bir bilinci fark etme anlarından biriydi bu. Ve şunu da hatırlayarak: Bu aslında yaptığımız her şeyin içinde de akan bilinç.

İşte aslında hep, beni oraya yönelten o güce, onunla temasta olmaya tutkulu oldum. Ve biliyorum ki bu aslında her an, bazen az fark edilir bazense daha belirgin bir şekilde, hepimizin hayatında oluyor. 

Yalnızca zihnimizde, yüzeyde dönüp dolaşan düşüncelerle özdeşleşmeyi bırakıp, zihni kendi çalışma sisteminde rahat bıraktığımız zaman (kapının arkasına saklanıp dinlemek de onu rahat bırakmak demek değil); yani zihni tüm ikiliklerin ötesinde kapsayıcı bir farkındalık haliyle özgür bıraktığımız zaman zihin, tıpkı kendisine değiştirilmek için karışılmayan (işine saygı duyulan ve karışılmayan) bir arkadaş gibi beden için nefis bir dost haline geliyor ve bedene en açık şekilde hizmet etmeye, yardımcı olmaya çalışıyor. 

Bu anlar hepimizin hayatında aslında sürekli olan anlar. O an farkında olsak da olmasak da, yaşamın zekası hep kendisine iyi gelecek yöne doğru kendiliğinden yöneliyor ve bizi yöneltmeye çalışıyor. Bizim bunu daha net idrak edebilmemiz için ilgimizin bedende olması ve böylece beden duyarlılığımızın olması gerekiyor. Çünkü yalnızca özgür bırakılmış zihin, nefis bir arkadaşa dönüşüyor. Ve zihnin özgür işleyişinin, bedenin zekasıyla birleşimini eylemlerin içinde fark edebiliyoruz. Böylece yaşamın bilgeliği, tek bir zihin-beden aracılığıyla kendisini ifade etmeye başlıyor.