Şu anda oturduğum eve taşındığımdan beri, penceremin önündeki sardunyalarla beraber iki kış atlattık. Bir ara çok kar yağdığında donmasınlar diye üzerlerine küçükken baloncuklarını tek tek patlatmayı sevdiğim naylon ambalajlardan koruma da yapmıştım ama, aslında bence bu kadar soğuğa rağmen yine de iyi dayandılar. Çok dayanıklı çiçeklermiş sardunyalar.
Salondaki vazoma da kokusunu çok sevdiğim için genelde sümbül alıyorum. Geçen gün değişiklik yapıp yasemin aldım. O da çok güzel kokuyormuş. Yaseminleri vazoya yerleştirirken gözüm çiçeklerin detaylarına takıldı. Ne kadar narin olduklarını bir kez daha farkettim. Sonra bir anda Osho’nun seneler önce dinlediğim, hayatta risk almakla, tohumun çiçek açmasını birbirine benzettiği bir konuşmasını hatırladım.
Risk almak
Gerçekten de risk aldığın zaman çiçek açıyorsun bu hayatta. Risk almadığında ise tohum olarak kalıyorsun. Bu şekilde güvenli güzüken bölgede kalmış oluyorsun belki fakat bunun karşılığında yaşamamış oluyorsun aslında. Çiçek açtığın zamansa bütün varlığınla hayatın içindesin ama bu sefer de tehlikeli bir alana girmiş oluyorsun. Çünkü çiçekler güzel oldukları kadar aynı zamanda hassas ve kırılganlar. Birisi üzerlerine basabilir; kuraklık veya sel olabilir; sert rüzgarlar esebilir. Bütün bunların neticesinde zarar görebilir, hatta hayatlarını kaybedebilirler. Bundan dolayı hayatta bir çok zaman risk almamak ve tohum olarak kalmak tercih edilebiliyor. Dolu dolu bir hayat yaşamama pahasına bile olsa.
Daha önce hiç girmediğin bir alana ilk defa girmeye risk almak diyebiliriz. Hiç yoga yapmamış birinin, ilk defa derse gelmesi gibi. Bilmediği bir alana giriyor. O ilk adımı atmak büyük bir cesaret. Veya “Ben dansedemem” diye durmak yerine, o “yapamama” duygusuyla harekete geçip, dansedememe olmak ve en çirkin gözükeceğini düşündüğün hareketleri yaparak saçmalamak da bir risk. Beraberinde rahatlamayı kendiliğinden getiriyor. Bedendeki enerjinin akışı hemen değişiyor. Kendini dansederken buluyorsun. Hayat akıyor bedeninden.
Alışkanlıkları bırakmaya da risk almak diyebiliriz. Kalıplaşmış davranış paternlerinden çıkıp bilmediğin bir yere adım atıyorsun. Hayat genelde istenilen şekilde gelişmiyor. Sıkıntılı anlardan kaçmaya çalışma alışkanlığını bıraktığın zaman, rahatlama kendiliğinden geliyor. O zaman sıkıntının içinde çiçek açıyorsun. Aynı lotus çiçeğinin çamurda açması gibi.
İnsan ilişkilerinde de maske takmak güvenli bölgeymiş gibi gözüküyor. Karşındakine içindekini olduğu gibi ifade etmekse riskli. Oysa içindeki duygu ve düşünceler aynı çiçek açmayı bekleyen tohumlar gibiler. Paylaşılmadıkları zaman yalnızca tohum olarak kalıyorlar. Yaşanmamış oluyorlar ve çürüyorlar. O tohumların çürümüş, kokuşmuş halleri şu andaki hareketlerini etkiliyor.
İçindekini paylaştığın zamansa çiçek açıyorsun. O zaman canlanıyorsun. Ve içindekini her an paylaşabilirsin. O zaman çürümüş tohumlar bile canlanabiliyor. Bunu yaptıktan sonra karşı taraftan red veya onay gelmesinin bir önemi yok. Çünkü sen artık canlısın. Bir çiçek olarak tüm kırılganlığın ve narinliğinle, üzüntü veya mutluluğu, yani hayatı yaşıyorsun.
Kırılganlıktan kaçarak sürekli güvenli alanda kalmak yaşamak değil. Hatta sanılanın aksine, kırılganlık bütün gerçekliğiyle olduğu gibi ifade bulduğunda aslında büyük bir güç haline dönüşüyor. Hayata bir maskenin arkasından bakmak yerine, gerçek oluyorsun.