Geçenlerde sevgili arkadaşım Gülşah’la bir kafede karşılaşmamızın ardından oturup biraz sohbet etmeye başladık. Beraberken genelde yüksek enerjili, güzel bir alışverişin olduğu sevdiğim bir akadaşımdır kendisi.
Uzunca bir süredir görüşmediğimiz için başlarda biraz hayatımızdaki gelişmelerden bahsettik. Bir süre sonra bu konuşmalarımızın biraz uzadığını ve yorgun düşmeye başladığımı farkettim. Aslında Gülşah da halinden pek memnun görünmüyordu. Oturduğumuz yerden de sıkıldığım için mekan değiştirmek istediğimi söyledim. Kalkıp Maçka Parkı’ndaki çay bahçesine doğru yürümeye başladık.
Benim bisikletim yanımdaydı. Gülşah’ın da turuncu güneş şemsiyesi vardı. Onun tabiriyle “enteresan bir ikili” olduk gerçekten. Maçka Parkı’na gittiğimizde ona bisikletimi verdim biraz tur atması için. Küçük çay bahçesinde oturup açık bir çay siparişi verdim.
Gülşah parkta bisikletle biraz tur attıktan sonra yanıma geldi. O da açık çay isteyince çayımı ona verip kendime açık bir çay daha söyledim. Başladık yine konuşmaya ama bu sefer biraz daha yavaşça. Böyle konuşmak daha iyiydi ama yine çok fazlası değil. Tam da bana yeni öğrendiği dans tekniklerini anlatmaya başladığında, bir anda içimden geldi “Anlatma, gel yapalım!” dedim. Olduğumuz yerden kalktık ayağa ve çok yavaş yavaş, oyun oynar gibi, anlattığı teknikleri uygulamaya başladık; hep izleyerek hareketlerin bedende açığa çıkardığı hisleri. Senelerdir yoga yapıyor olmanın verdiği beden farkındalığı, bedenle olan bütün çalışmaların içine hemen kolayca girebilmeyi sağlıyor. Bir anda değişti ortam. Enerjimiz giderek yükseldi ve yaptıklarımız giderek daha zevkli hale geldi. Çevremizdeki insanlar ilk başta biraz şaşırdılar fakat daha sonra bizim kendi kendimize deneysel bir şekilde çalıştığımızı görünce, çaylarını yudumlayarak sohbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler. Biz de aralarında güzel güzel dans ettik.
Çay bahçesinde çalışan ve beni uzun zamandır tanıyan çocuk bir ara yanımızdan geçerken baktı ve sevimli bir şekilde güldü. Biz de ona gülüp devam ettik dansımıza. Daha sonra çay bahçesinde çalışan ve beni tanımayan diğer çocuk henüz bitirmediğim çayımı masadan alıp, ardından da bisikletime çarpıp düşürünce danstan çıktım ve bisikletimi yerden kaldırdım. Baktık çizilmiş mi bir yeri diye. Bir hasar yoktu.
Dansımız bu şekilde bitti ama keyfimiz hiç bozulmadı. Bedenle çalışıyor olmanın verdiği yüksek enerjiyle neşeli bir şekilde oturduk küçük masamızın küçük taburelerine. Biraz sessiz kaldık. O sessizlik sırasında ikimiz de bir daha anladık ki iki arkadaşın bir araya geldiklerinde, varoluşlarını sessiz bir şekilde paylaşarak anı beraber deneyimlemeleri çok zevkli.
Beden hep anda, yani canlı. Bu her an farkedilebilir. Bunları okurken bile bakabilirsiniz bedeninizde hissettiklerinize. Beden hep anda yaşıyor. Zihinse hep geçmişte veya gelecekte. Yogayı bu yüzden seviyorum. Basitçe bedenle yani anla olan bağlantıyı sağladığı ve bu bağlantıyı giderek güçlendirdiği için.
Bedenle kurulan bağ güçlendikçe onu daha net bir şekilde hissetmek ve hayata zihnin stratejilerinin yerine, bedenin rehberlik etmesine izin vermek mümkün olabiliyor. Böylece hayat daha doğaçlama bir yerden, daha zevkli bir şekilde yaşanabiliyor.